Nietzsche Ağladığında | Kitap Yorumu | Irvin D. Yalom


Uzun zamandır okunmayı bekleyen bir kitaptı Nietzsche Ağladığında. Okulların açılmasıyla birlikte garip bir şekilde kitaplığıma veda ediyorum. Derslerde zorunlu tutulan kitaplar ya da okumam gereken makalelerin yoğunluğundan sanırım. Neyse... Genel olarak Nietzsche Ağladığında’yı sevdim. Konusu ağır gibi gözükse de 3-4 günde bitirilebilecek ve kesinlikle sıkmayacak bir kitap. En azından ben sıkılmadım. Karakterlerin gerçekte de varolması açıkçası benim kitaba olan ilgimi arttırdı. Kitabı okurken psikanalizin kurucularından olan Freud’un gençlik yıllarına şahit olunuyor hissi veriyor.

  Nietzsche Ağladığında kitabındaki karakterler gerçekte yaşamış kişiler olmasına karşın hayatlarının kitapta olduğu şekliyle kesiştiği söylenemez. Doktor Josef Breuer, bir fizyolog ve ayrıca kitapta bazı yerlerde değinilen psikanaliz’in kurucularından. Daha yeni yeni ortaya çıkan psikanaliz’in temelleri atılmaktadır. Tabii psikanaliz varsa Freud olmazsa olmaz. Sigmund Freud henüz genç ve gerçekte de olduğu gibi Breuer’in öğrencisi ve çalışma arkadaşıdır. Son olarak Nietzsche... Nietzsche yoğun bir yalnızlık içinde, belirli bir yeri yurdu olmadan yaşamaktadır. Yaşadığı migren ataklarından dolayı oldukça sıkıntı çekmektedir. Nietzche bu ağrıları kafasında oluşan kitapların doğum sancıları olduğunu söyleyerek acıyı kabul etse de bir şekilde Doktor Breuer ile yolları kesişir. Genel olarak Nietzsche Ağladığında çeşitli benzer noktalarda birbirleri ile bağı olan kişileri ele alarak oluşturulmuş bir düşünce kitabıdır.

   Salome karşısındaki kişiye istediğini yaptıracak bir cazibeye sahip, geleneklere oldukça karşı genç bir kadın. Bir gün doktor ile konuşması gerektiğini söyleyerek bir görüşme ayarlıyor. Görüşmede doktorun daha öncesinde Anna O. vakasında kullandığı tekniklerin, konuşma tedavisinin işe yarayacağını öne sürerek Nietzsche’yi de tedavi etmesini ister. Nietzsche’nin derin ümitsizliğe düştüğünü, yaşadığı bu sorunların ise bir yerde sorumlusunun kendisi olduğunu söyler. Kitap aslında tam olarak burada başlıyor. 

   Breuer, bir şekilde kendini bu tanımadığı adama yardım etmeye ikna eder ve Nietzche ile adeta satrançta olduğu gibi savunma ve atak yaparak bağ kurmaya çalışır. Fakat işler çok daha farklı bir boyut alır ve Josef Breuer bir anda kendini hasta rolünde Nietzche’yi de doktor rolünde görür. 

   İkilinin birbirlerinin sorunlarına yaklaşımları, kişinin kendine dahi söyleyemediği ya da bilincinde olmadığı bilinç dışı gücün etkisinin keşfedildiği bir süreç işlenmiş kitapta. Nietzsche’yi olaylara getirdiği felsefik yaklaşımlar, sanki Josef Breuer için değil de okuyucu için veriliyor gibi. Bir noktadan sonra kendinizi terapide hissedebilirsiniz. 

Kitapta altını çizdiğim birkaç cümleyi paylaşmak istiyorum.

“...eğer insan düşünceleri ve davranışları anlaşılmak isteniyorsa, önce geleneklerin, mitolojinin ve dini bir kenara koymasını zorunlu olduğunu anlatıyor. Ancak o zaman bütün önyargılardan arınarak insanoğlunu mercek altına koyabiliriz.”

“En ulu ağaç, en yükseklere uzanan ve köklerini en derinlere, hatta kötülüğün içine salan ağaçtır; ama o ne yukarı yükseliyor ne aşağıları zorluyor.”

“Hakikatin peşindeki insanlar iç huzurundan vazgeçip yaşamlarını bu sorgulamaya adamak zorundadır.”

“Belki de sevdiğiniz insanları düşünmektesiniz; ama daha derinlere inin... Sonunda, sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz. Siz, bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz. Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil...''”

“İnsan dostunu düşmanından daha zor affediyor.”

   Kitabı okurken aşağıda belirttiğim mitolojik alıntıyı çok düşündüm. Fakat hala umudun bir felaket mi yoksa bir hediye mi olduğu kararına varamadım. Sanırım bunun için yeterli deneyime sahip değilim. Bir gün karar verirsem mutlaka söylerim. :)

"Ümit mi? Ümit en son kötülüktür! ...Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus'un arzusunun, insanların, kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır."



0 Comments